İSTANBUL - Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı” için AK Bakanlar Komitesi’ne bildirimde bulunduklarını belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, PKK’nin silah yakma törenini hatırlatarak, devletin bu konuda adım atmama gibi bir şansının kalmadığını belirtti.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), İnsan Hakları Derneği (İHD), Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Derneği (TOHAV), Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), Amed Barosu, Wan Barosu, Şirnex Barosu, Colemêrg Barosu ve Riha Barosu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne (AK BK), “umut hakkı” için bildirimde bulundu.
Bakanlar Komitesi, Gurban grubu (Gurban, Öcalan-2, Kaytan, Boltan) adıyla gündemine aldığı dosyayı Eylül 2025’teki toplantısında inceleyecek. Hak ve hukuk örgütleri, toplantı öncesi Komite’ye yaptıkları bildirimde, Komite’nin Eylül 2024 yılında yaptığı toplantıda, “umut hakkı”nın sağlanması konusunda Türkiye’ye somut yasal reformlar gerçekleştirmediği taktirde Eylül 2025’teki incelemesinde ara karar hazırlaması için Sekreterya’ya talimat vereceği yönündeki kararını hatırlattı.
Bildirimde bulunan kurumlardan İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin, “umut hakkı” ve gelinen aşamada devletin atması gereken adımlara dair değerlendirmelerde bulundu.
Abdullah Öcalan’ın Türkiye'ye getirildiğinde ilk 12 avukatından biri olduğunu anımsatan Eren Keskin, “Coğrafyamızda tecrit birkaç yıldır uygulanıyormuş gibi algılanıyor. Ama İmralı'da tecrit en başından beri uygulanıyordu. Hatta o dönem İmralı Cezaevi’nin yönetiminin nereye bağlı olduğu bile hukukla belirlenmiş durumda değildi. Yani İmralı Cezaevi’nde Türkiye'nin iç hukukuna aykırı bir yönetim biçimi vardı. Sayın Öcalan’ın gerek onu seven insanlarla gerek halkla iletişimi hiç yok gibiydi. Zaman zaman avukatlar görüşebiliyordu, zaman zaman da ailesiyle. Görüntülü video bu anlamda önemliydi. O nedenle ilk kez kamuoyuna bu tür görüntülü bir videonun yayınlanması çok fazla insanı doğal olarak olumlu yönde etkiledi” dedi.
ÇAĞRI
İHD olarak 1990’lardan bu yana büyük acılara tanıklık ettiklerinin altını çizen Eren Keskin, “O kadar büyük acıların tanıklığını yaptık ki yakılan köyler, katledilen insanlar, gözaltında kaybedilenler her olayı raporlamaya çalıştık. Her olaya gitmeye çalıştık ve 1990 yılından bu yana bölgede gittiğim hiçbir yerde büyük hak ihlalleri yaşanmasına rağmen savaşın devamını isteyen kimseyi görmedim. Hep ‘barış istiyoruz’ denildi. O nedenle de Öcalan'ın yaptığı çağrı barışçıl çözüm isteyen halk üzerinde olumlu ve güçlü bir etki yarattı. Bir de savaşlar eskisi gibi değil. Artık savaşan güçler gece uyurken insanları yataklarında öldürüyorlar ya da telefonla öldürüyorlar. Tüfekle, tabanca ile savaş yapılmıyor. Biz de insan hakları savunucuları olarak her zaman siyasi mücadelenin daha önemli olduğunu, barışçıl çözümlerin bulunmasını dile getirdik. Sayın Öcalan’ın çağrısı bence hem içeriğiyle önemli hem de toplumu barış fikrine alıştırmak açısından çok önemli. Çünkü bu coğrafyada savaşın getirdiği birçok yansımalar oldu. O kadar ırkçı, milliyetçi bir bakış açısı yerleştirilmiş ki insanlara savaştan çektikleri acı ve sıkıntının farkında değiller” diye belirtti.
DEVLETİN ATMASI GEREKEN ADIMLAR
Barışa özellikle işçi sınıfı ve sendikaların sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Eren Keskin, savaşın işçinin sofrasındaki ekmeği çaldığını söyleyerek, barış için devleti adım atmaya zorlamak gerektiğini belirtti. Eren Keskin, “Umarım yakın zamanda devlet adım atar ve süreç gelişir. Çünkü devletin hiç adım atmadığı bir yerde barışın yeşermesi mümkün değil. Sadece Kürt hareketinin attığı adımla barışın gelmesi mümkün değil. O nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin de başta hasta mahpuslar olmak üzere siyasi mahpusları serbest bırakması, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) kaldırılması gibi çok önemli hemen yapılması gereken şeyler var. Umarız bunlar da yapılmaya başlanır” diye konuştu.
‘UMUT HAKKI LÜTUF DEĞİL’
Umut hakkının sağlanmasının bir lütuf olmadığını ve Türkiye’nin AİHM kararları doğrultusunda bunu zaten uygulamak zorunda olduğunun altını çizen Eren Keskin, “Eğer Türkiye hala Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) bir tarafı olarak kalacaksa, hala AİHM’i tanıyan bir devletse onu yapmak zorunda. Zorunlu ev hapsi olabilir vesaire ama umut hakkı düzenlemesini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yapması gerekiyor. Bu ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum olan tüm mahpuslar için bir hak. Ama en simge isim Abdullah Öcalan olduğu için Öcalan üzerinden tabii ki doğal olarak tartışılıyor. O nedenle de bu düzenlemenin hele ki böyle bir barış sürecinde mutlaka yapılması gerekiyor” diye belirtti.
AZERBAYCAN KARARI
2014’ten bu yana henüz “Umut Hakkı”nın uygulanmadığını anımsatan Eren Keskin, normalde ülkelerin AİHM’in kararlarını yerine getirmemesi sonucunda Avrupa Konseyi’nden çıkarılmaya kadar giden bir süreç olduğu bilgisini paylaştı. Eren Keskin, Avrupa Konseyi’nin yakın zamanda Azerbaycan için bu kararı aldığını ancak henüz Türkiye için böyle bir karar almadığını belirtti.
‘DEVLETİN UYGULAMAMA ŞANSI KALMADI’
Eren Keskin, sivil toplum görüşü olarak AİHM kararlarının uygulanması yönünde görüşlerini bu komitenin toplanmasından önce her yıl bildirdiklerini kaydederek, “Bu yıl artık PKK kendini feshetti ve silahlı mücadeleyi bitirdiğini duyurdu. Artık koşullar daha da uygun. Yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ‘Bir tehlike var bizim için’ deme şansı kalmadı. O açıdan umut hakkının uygulanmasının daha da zorunlu bir hale geldiğini düşünüyorum. Komitenin de kararında bunu dikkate alacağını umuyorum. Umarım Türkiye Cumhuriyeti Devleti de bunu dikkate alacaktır. Bu düzenlemenin bir an önce yapılması gerekiyor. Siz örgütün lideriyle görüşme yapacaksınız ve örgüt bir dolu davetlinin huzurunda silah bıraktığını açıklayarak silahlarını yakacak. Bunların hepsi meşru bir zeminde televizyonlarda gösterilecek. Şimdi umut hakkının uygulanmasını gerektirecek başka bir sürecin içindeyiz” dedi.
MA / Ömer İbrahimoğlu