ANKARA - Üzerinden 10 yıl geçen "Çöktürme Planı'nın" 1924 Anayasası'nın ruhuyla hazırlandığını belirten DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Mahfuz Güleryüz, bu planın direnişle başarısız olduğunu kaydetti.
Kürt sorununun ekseninde Türkiye ve PKK arasında 2013-2015 yılları arasında yürütülen ve "Çözüm süreci" diye adlandırılan diyalog sürecinin üzerinden 10 yıl geçti. Bu süreçle Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi beklenirken devletin "derin dehlizlerinde", "çözüm adı altında" Kürt siyasi hareketinin tasfiyeyi hedefleyen planların yapıldığı daha sonra ortaya çıktı. Süreç yürütülürken sürecin taraflarından dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlık ettiği 30 Ekim 2014'teki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında, "Çöktürme Planı" adıyla Kürt hareketinin tasfiye planı yapıldığı daha sonra kamuoyuna yansıdı. 10 saat 25 dakika süren MGK toplantısının "Çöktürme Planı" daha sonra Meclis'e taşındı. Ancak, iktidar bu konuda verilen soru önergesindeki "iddiayı" kabul etmedi. İktidarın kabul etmediği "Çöktürme Planını", söz konusu MGK toplantısının ardından adım adım devreye konuldu. Öncelikle küçük ve yönetilebilir krizlerle, sürecin sonlandırılmasını adım adım düşemeye çalışan AKP, ardından büyük ve kapsamlı saldırıyı planını devreye koydu.
Sürecin nihayete ermesi için Abdullah Öcalan'ın çerçevesini çizdiği ve hükümet yetkililerinin de üzerinde mutabık kaldığı "Dolmabahçe Mutabakatı", dönemin başbakanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan tarafından önce olumlu karşılandı, ardından mutabakat reddedildi. İktidarın süreci, şiddet eksenine çekeceğini gören Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 5 Nisan 2015'te bir araya geldiği İmralı Heyeti'ni "bir daha adaya gelemeyebilecekleri" yönünde uyardı. Abdullah Öcalan'ın uyarısı doğru çıktı, İmralı Heyeti'nin o tarihten sonra bir daha adaya gitmesine izin verilmedi.
KİTLESEL KATLİAMLAR
Abdullah Öcalan'ın uyarısından sonra Agirî'nin Tendürek Dağı'nda 11 Nisan 2015'te olası çatışmalara karşı kurulan "Barış Çadırına" müdahalede bulunuldu, ardından çatışma yaşandı. Fakat seçim sürecinin yaklaşması, AKP'nin Kürt oylarına o dönem ihtiyaç duyması, kamuoyu baskısı iktidarın "çatışma" planını kısa süreliğine durdursa da Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi'nin (HDP) parti olarak seçime girme kararı, iktidarın kısa süreliğine durdurduğu çatışmaları yeniden tırmandırdı. HDP'nin bu kararı, yüzde 10 barajı nedeniyle Kürt siyasi geleneğinin seçimlere bağımsız adaylarla girmesi ve bu zorunluluğun sonucu olarak aldığı oy oranının üzerinden milletvekili çıkaran AKP'nin sert tepkisiyle karşılandı. AKP'nin meydanlara yansıyan HDP kararına öfkesi, AKP'nin 7 Haziran'da 2015 seçimleriyle iktidardan düşmesiyle daha iyi anlaşılacaktı.
HDP'nin parti olarak seçime girme kararının ardından 18 Mayıs'ta HDP'nin Adana ve Mersin'deki parti binalarının bombalanmasını, 5 Haziran Amed HDP mitinginin bombalanması ve 20 Temmuz Pîrsûs (Suruç) katliamları izledi. Serekaniyê'de (Ceylanpınar) 2 polisin şüpheli bir biçimde öldürülmesi ile birlikte 24 Temmuz 2015'de Kandil'e yönelik hava saldırılarıyla, "Çözüm Süreci" resmen de sona erdirildi.
SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI
"Çöktürme Planı"yla Kürt hareketini tasfiye etme planlayan AKP, HDP'nin parti olarak seçime girip, yüzde 10 barajını aşmasıyla 7 Haziran seçimlerinde iktidardan düşerek tasfiye olmayla yüz yüze kaldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimden birinci parti olarak çıkan ancak tek başına iktidar olamayan AKP'ye hükümeti kurma görevi verdi. Dönemin AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'nun hükümetin kurulması değil, kurulmaması üzerine yürüttüğü "istikşafi" görüşmeler sonuç verdi, belirlenen yasal sürede hükümet kurulmayınca seçimin yenilenmesi kararı verildi. Seçimin yenilenme tarihi olan 1 Kasım'a gidilirken çatışmalar kent merkezlerine taşındı.
Kent ve ilçe merkezlerinde sokağa çıkma yasakları ilan edildi, siviller hedef alındı, tank ve toplarla hedef alındı. Birçok ilçe bu süreçte yerle bir edildi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) raporlarına göre; 16 Ağustos 2015 ile 18 Mart 2016 tarihleri arasında sokağa çıkma yasakları süresince 72'si çocuk, 62'si kadın en az 310 sivil yaşamını yitirdi. 1 milyon 809 bin kişi başta en temel yaşam ve sağlık hakları ihlal edildi. İnsan Hakları Derneği'nin (İHD) Kürt sorununda çatışmalı sürece dair açıkladığı verilere göre ise 2015-2020 yılları arasında aralarında sivillerin de bulunduğu 5 bin 365 kişi silahlı çatışma, yargısız infaz ve saldırılarda yaşamını yitirdi, 7 bin 986 kişi de yaralandı. Yine İHD'nin 2016-2023 verilerine göre 71 bin 174 kişi gözaltına alındı, 9 bin 80 kişi tutuklandı.
ASKERE ZIRH, DARBE MEKANİĞİNİ BESLEDİ
Çatışmalar nedeniyle güç kazanan bu askeri birliklerin komutanları, daha sonra darbe girişiminde bulununca Abdullah Öcalan'ın "çatışmaların darbe mekaniğini harekete geçirdiği" yönündeki uyarılarının yerinde olduğunu bir kez daha gösterdi. Hükümet, 15 Temmuz 2016'da yaşanan bu darbe girişiminden ortağı olan Fethullah Gülen yapılanmasını sorumlu tuttu. Girişim sert yöntemlerle bastırılınca, akabinde sert yöntemler toplumun tamamına karşı devreye konuldu. 20 Temmuz 2016'da Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edildi, ilan edilen OHAL'in verdiği yetkilerle Kanunun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) çıkarılarak toplum baskı cenderesine alınarak, siyaset, ekonomi, toplum yaşam gibi birçok alan KHK'lerle yeniden dizayn edildi. OHAL sürecinde Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi de referanduma sunuldu, hükümet sistemi değiştirildi.
HDP’YE GÖZALTI, TUTUKLAMA
Çıkarılan KHK'lerle muhalif gazeteler, TV'ler kapatıldı, yüzbinlerce kişi kamu görevinden ihraç edildi, akademisyenler üniversitelerden uzaklaştırıldı. 4 Kasım 2016'da AKP'yi iktidardan düşüren HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş'ın da aralarında olduğu 12 milletvekili geriye dönük yapılan bir anayasal değişiklikle dokunulmazlıkları kaldırılarak gözaltına alındı ve tutuklandı. HDP'nin raporuna göre, 24 Haziran 2015 ile 1 Şubat 2017 tarihleri arasında 15 bin 370 partili gözaltına alınırken, bunlardan 3 bin 647'si tutuklandı. 1 Şubat 2017 ile 25 Eylül 2020 tarihine kadar ise 6 bin 951 kişi gözaltına alındı.
KAYYIM UYGULAMASI BAŞLATTILDI
KHK'lerle belediyelere kayyım atamanın da önü açıldı. 2016 yılında Demokratik Bölgeler Partisi'nin (DBP) 3'ü büyükşehir 7 il, 66 ilçe ve 22 belde olmak üzere toplam 95 belediyesine kayyım atandı. Kayyım atamalarının yanı sıra belediyelerde çalışan 15 bine yakın işçi ve memur, 300'e yakın da muhtar ihraç edildi. 2019'da da HDP'nin kazandığı 3'ü büyükşehir 48 belediyeye kayyım atandı.
SAVAŞ BÜTÇESİ EKONOMİK KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ
Çatışma ve şiddet sarmalı, Türkiye'yi iflasın eşiğine getirdi. Çatışmalı süreçle birlikte artan askeri harcamalar ve güvenlikçi politikalar nedeniyle ülkeyi terk eden büyük sermaye ekonomik krizi de tetikledi. Halen süren derin bir ekonomik krize giren Türkiye'nin Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü'nün (SIPRI), 2021 yılına ilişkin raporuna göre, askeri harcamaları, 2012-2020 arası yüzde 63 arttı. Raporda, Türkiye'nin 2021'de 15,5 milyar dolar savaş harcaması yaptığı bildirildi. AKP iktidarı döneminde 2024 yılına kadar doğrudan güvenlik ve savunma ile ilgili kuruluşlara ayrılan bütçe, toplamda 3 trilyon 96 milyar 427 milyon TL oldu. 2025 yılında toplam savunma ve güvenlik harcamalarına ayrılan 1,6 trilyon TL’lik bütçe, toplam harcamaların da yüzde 10,86’sını oluşturmaktadır.
'1924 ANAYASI'NIN KURGUSUDUR'
Türkiye'de yeni bir "süreç" konuşulurken, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkan Yardımcısı Mahfuz Güleryüz, "Çöktürme Planı'nı", "Çözüm sürecini" ve yeni süreç tartışmalarını değerlendirerek, "Çöktürme Planı"nın Kürtlerin inkar ve imhasını hedefleyen 1924 Anayasası'nın ruhuna göre kurgulandığını söyledi. Bu kurgunun Şark Islahat Planı ve İsmet İnönü'nün Kürtlerin asimilasyonunu ve imhasını hedefleyen Kürdistan gezisi sonucu düzenlediği raporunda görmenin mümkün olduğunu dile getiren Güleryüz, "Dolayısıyla o dönemden başlayan, Kürt'ü fiziki ya da asimilasyon yoluyla ortadan kaldırmanın yol ve yöntemleri, bu devlet 1924 Anayasası ile devreye koymuş" dedi.
Kürtlerin gösterdiği direnişler sonucu devletin zaman aks değiştirmek zorunda kaldığını dile getiren Güleryüz, buna örnek olarak Süleyman Demirel'in "Kürt realitesini tanıyoruz", Turgut Özal'ın, Eşref Bitlis'in girişimlerini buna örnek göstererek, başlatılmaya çalışılan her sürecin akabinde şiddetle sonuçlandığını hatırlattı. Özal'ın girişimlerine karşı PKK'nin 1993'te ateşkes ilan ettiğini ve Abdullah Öcalan'ın, "Bu sorunu demokratik teamüller çerçevesinde çözmeye hazırız" dediğini hatırlatan Güleryüz, "Dolayısıyla hani o devletin deyim yerindeyse çözüm arayışları ya da makas değişiklikleri 92 ile başlıyor. Ama hemen sonrasında Özal'ın başına gelenleri biliyoruz. Daha sonra Mesut Yılmaz, 'AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer' dedi. Erbakan direkt özgürlük hareketinin kendisiyle diyalog kurarak çözme girişiminde bulunmuştu. Ama her seferinde ayrı bir provokasyon ve ayrı bir devlet organizasyonu ile bunun boşa çıkarıldığını görüyoruz" ifadelerini kullandı.
'ŞARK ISLAHAT VE ÇÖKTÜRME PLANI AYNI KALEMDEN'
Yürütülen 2013-15 sürecinde çözümün yakın olduğunu söyleyen Güleryüz, "Ama o süreci yürüten devlet ile Çöktürme Planı hazırlayan devlet ile aynı devlet olduğunu da unutmamak lazım. Barış ve müzakere sürecinin en yoğun olduğu dönemde, böyle bir tercih yapılıyor. O metni ben birkaç kez okudum. O metinle Şark Islahat Planı'nın hazırlanış biçimi aynıdır. Aynı mantıkla ve adeta dersin ki aynı kalem tarafından yazılmış, aynı kişi tarafından yazılmış. Şimdi burada tabii ki aynı kişiler ortada yok, ama aynı mantık halen hakim olduğunu görüyoruz" diye konuştu.
Kürtlerin nüfus, gelişmişlik, sermaye birikimi, güçlü bir Kürt siyasal kimliğinin şekillenmesinin tehdit algılamasının Çöktürme Planı'nın nedenleri arasında sıralayan Güleryüz, "Özellikle Sayın Öcalan'ın paradigması hem Kürt nüfusu içerisinde hem de Kürt nüfusu dışında kalan Türkiyeli halklar içerisinde de taban buluyordu. O dönem yapılan bütün kamuoyu araştırmalarında HDP yüzde 15 bandında dolaşıyordu. Yüzde 20'lere çıkma ihtimaline karşı bir önlemdi bu. Yüzde 20, o günkü dünyada, o günkü Türkiye'de koalisyon ortağı demektir. Dolayısıyla HDP fikriyatının gelişiyor olması hem Kürtler içerisinde hem de Türkiye'deki diğer halklar içerisinde ciddi bir teveccühle karşılaşıyor olması bir tehdit olarak algılandı. Çünkü o en nihayetinde bir ya da iki seçim sonrası devlet mekanizmasına, devlet organına, dolayısıyla MGK'ya ortak olmak demekti, oraya girmek demekti. Devlet bunu da kendini tehdit olarak gördü. Sorunun çözüme kavuşacağı dönemde Sayın Öcalan'ı kendi örgütüne kendi hareketine 'silah bırak' çağrısı yapacağı dönemde devlet tersi durumda bir aks değişikliğine gitti ve barış ve müzakere sürecini sonlandırdı" şeklinde konuştu.
Kürt direnişiyle planı başarısız kaldığını, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar'da güç olma hedefinin gerçekleştiremediğini, tersine Türkiye'nin itibarının zedelendiğini, ekonomik krizin pençesine düştüğünü belirten Güleryüz, "Bu sürecin finali eğer bir barışla, bir müzakere süreciyle sonuçlanırsa bu yakım süreci Türkiye hakları açtığından yeniden bir toparlanma sürecini evresine dönüşebilir" diye belirtti.
'DİRENİŞİN SONUCUNDA SÜREÇ ORTAYA ÇIKTI'
Yeni sürecin ortaya çıkmasının belirgin 3 nedeni olduğunu belirten Güleryüz, bunlardan ilkinin Kürt direnişinin, ikincisi Ortadoğu'daki gelişmelerin olduğunu belirterek, şunları söyledi: "Üçüncü önemli etki ise Sayın Öcalan'ın çözüm perspektifidir, çözüm paradigmasıdır. Ulus devlet modeli dışında ortaya koymuş olduğu ve inkarcı devlet, inkarcı ulus devlet aklını çözüme zorlayan, çözüme mecbur bırakan o perspektiftir. Ortadoğu coğrafyasında Sayın Öcalan dışında, Sayın Öcalan'ın paradigması dışında, Kürt sorunu başta olmak üzere bölgenin sorunlarına çözüm üretebilecek bir perspektif yok. Kimsenin böyle bir gücü, böyle bir cesareti de yok. Dolayısıyla bu üç dinamik bir araya gelince, bu sürecin başlama özeti olarak sunmanın doğru olacağını düşünüyorum."
'TOPLUMUN GENEL SORUNU OLARAK GÖRÜYOR'
Sürecin ilerlemesi için herkese rol düştüğünü dile getiren Güleryüz, Abdullah Öcalan'ın bunun için meslek örgütleri, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, aydınlar, yazarlar, siyasi partilere mesaj gönderdiğini hatırlattı. Güleryüz, şöyle devam etti: "Sayın Öcalan bu meseleyi Türkiye toplumunun genel meselesi, toplam meselesi olarak değerlendiriyor ve bütün sorunların aşması bütün kriz noktalarının ana gerekçesi olarak görüyor ve diyor ki bu süreçten çıkmanın tek yolu bütün toplumun bu meseleyi sahiplik etmesinden geçiyor. Dolayısıyla eğer bu perspektifle yaklaşırsak ben bu süreçte bütün Türkiye hakları başta olmak üzere her kesimin, her odağın işvereninden herkesten işçisine kadar herkesin kazançlı çıkacağını biliyoruz yani. Dolayısıyla hepimizin önündeki en büyük görev, en büyük beklenti bu sürece samimiyetle sahip çıkmak ve gereklerini yerine getirmek olmalıdır."
Devlet içinde çözüm karşıtlarının hal güçlü bir konumda olduğunu dile getiren Güleryüz, buna karşı 1924'ün kodlarının terk edilmesi ve çok kültürlü bir yapının kabul edilmesi olduğunu vurgulayarak, şunları ifade etti: "Yani 72 milletin coğrafyası, 72 milletin, 72 kültürün dinin inancı neyse ülkesi haline getirmek gerekiyor. Sayın Öcalan'ın Demokratik Ulus, Demokratik Cumhuriyet perspektifi de buna dayalıdır. Sadece Kürt'e özgü, sadece Türkiye Arap'a ya da Çerkez'e özgü değil. Gerçek manada bir Demokratik Cumhuriyet, bir Demokratik Ulus inşasına cevaz vermek, devletin yapması gereken bu. Buna cevaz verecek bir devlet. Toplumun dönüşümü emin olun tahmin edeceğimizden çok daha kolaydır. Devletin toplum üzerindeki tahakküm araçlarının dili değişsin, yaklaşımı değilsin bir aylık süreçte, toplumun ne kadar farklı bir noktaya geldiğini gördük. Barış ve müzakere sürecinde bunu yaşadık."
MA / Berivan Altan - Mehmet Aslan