ANKARA - DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı İdris Şahin, iktidarın temel hak ve özgürlükleri pazarlık konusu yapmadan, hasta tutsaklar, kayyım uygulaması ve anadil gibi konularda adım atması gerektiğini vurguladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı" üzerine PKK 12'nci Kongresi'ni yaparak fesih kararı ve silahsızlanma kararı aldı. Kararın ardından Abdullah Öcalan'ın yıllardır yaptığı Meclis'te bir komisyon kurulması önerisi, MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından da önerildi. Bahçeli, Meclis'te temsil edilen partilerden 100 üyeli bir üst komisyon ve buna bağlı alt komisyonların kurulmasını önerdi. Birçok muhalefet partisi, sürecin şeffaf yürütülmesi ve kapsayıcılığı nedeniyle öneriyi sıcak karşıladı. Komisyon fikrini ilke olarak benimseyen partiler, yöntem, içerik, siyasi çıkar gibi konularda da iyimser bir temkinlilikle yaklaştı.
Meclis'te temsil edilen Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA Partisi) Genel Başkan Yardımcısı İdris Şahin, partisini sürece yönelik tutumuna, Meclis'te komisyon kurulması önerisine, atılması gereken adımlara, iktidardan beklentilere, iktidarın adım atmamasına yönelik Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
5-7 Mayıs 2025'te PKK'nin gerçekleştirdiği kongre ve 12 Mayıs'ta açıklanan kararlar ile yeni bir aşamaya evrilen "sürecin" geldiği noktayı nasıl yorumluyorsunuz?
Biz öncelikle DEVA Partisi olarak, silahların bırakılmış olmasını, örgütün kendini feshetme kararını son derece olumlu buluyoruz. Çünkü günümüz Türkiye'sinde artık silahın yerinin olmadığına inanıyoruz. Biz, ülkedeki sorun ve sıkıntıların çözüm adresi olarak parlamentoyu önceleyen, her daim parlamentonun olması gerektiğine inanan bir siyaset anlayışı içerisinde hareket ediyoruz. Dolayısıyla meşru demokratik yollarla siyaset yapma imkânı var ise sonunda meşru demokratik yollarla siyaset yapılır ve bunun adresi de parlamentodur. Bu nedenle, 5-7 Mayıs tarihleri arasında yapılan kongre, örgütün silah bırakması ve feshetmesi, ülkemiz adına yeni bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz. Bu meseleyi bir son olarak değil, bundan sonraki süreçte demokratik sürecin gelişmesi, temel hak ve özgürlükler alanında atılacak adımlar açısından bir ilk adım ve başlangıç olarak görüyoruz.
Türkiye'de özellikle 1993'ten bu yana dönem dönem başarısız sonuçlanan çözüm girişimleri yaşandı. Bunun sonucunda da toplumda derin bir güven bunalımı yarattığı ifade edildi. Gelinen bu dönemde hem bu bunalımı aşmak hem de uzun süredir toplumdaki kutuplaşmaların ortak bir umuda evrilmesi için nasıl bir yol haritası gerekiyor?
Hem devlet nezdinde hem de örgütle alakalı konularda bu sürecin devlet eliyle yürütülmüş olmasını son derece kıymetli buluyoruz. Ama devleti şu an itibarıyla temsil eden sadece MİT değil, aynı zamanda iktidarın küçük ortağı Sayın Bahçeli'nin açıklamaları da olmalıdır. Bu sürece Sayın Erdoğan'ın samimi bir şekilde sahiplenmesi gerektiğine inanıyoruz. Evet, 2009'da ve 2013'te bu benzer süreçler yaşanmıştı. Bunlar, samimiyet eksikliği nedeniyle yarım kaldı ve çok büyük hayal kırıklıklarına sebep verdi. Bundan sonraki süreç içerisinde böyle bir lüksümüz yok. Bu süreci, 'umut yüzde 5 bile olsa. 1 Ekim sürecinin olumlu sonuçlanmasına dair bir ihtimal söz konusu olsa bile bunu sonuna kadar destekleriz' demiştik DEVA Partisi olarak. Bugün geldiğimiz noktada, oldukça önemli bir eşiğin aşıldığını düşünüyoruz. Bundan sonraki süreç içerisinde, temel hak ve özgürlüklerle, terörün tasfiyesi, silahların bırakılması gibi hususların ayrı ayrı yöntemlerle yönetilmesi gerektiğine inanarak söylüyoruz. Bunu da bir tecrübeye dayalı olarak paylaşıyoruz. Çünkü geçtiğimiz dönemde, 2013-2015 arasında, 'Nerede hata yaptınız?' diye soracak olursanız, o süreçte vatandaşların temel hak ve özgürlükleriyle örgütün taleplerini aynı masada konuşmuş olmasının, bu işin akamete uğramasının olumsuz etkilediğini gördük. Şimdi burada elbette ki örgütle farklı yöntemlerle görüşmeler yapılmalı, devlet burada belirli gizliliklerde olabilir, farklı anlaşmalar olabilir. En nihayetinde millet olarak hükümete, hükümet olarak da devletin tüm kurumlarına güvenmek gerekiyor. Bu konuda milletimizin, hükümetin ve devletin kurumlarına gerekli desteği vermek suretiyle gerekirse bazı konularda kamuoyunun tam manasıyla bilgisi dışında da görüşmeler gerçekleşebilir. Çünkü örgütün tasfiyesi, silah bırakması meselesi dünyada farklı örneklerle gözümüzün önüne gelmiştir. Çatışma çözümü diye bir hadise vardır. Bu çatışma çözümü örneklerinden yola çıkarak, bu mesele çözülebilir. Ancak temel hak ve özgürlükler konusu, kişilerin anasından doğduğunda sahip olduğu haklar, bizim DEVA Partisi olarak parti programımızda da ifade ettiğimiz üzere, hiçbir pazarlığın konusu olamaz. Peşinen, defaten yerine getirilmeli. Bu yönde gerekli olan yasal düzenlemeler, gerek yasa değişikliği gerek anayasal düzenlemelerin derhal yerine getirilmek suretiyle sorunun çözülmesi gerekir. Bu mesele ülkenin çok önemli enerjisini tüketti. Gençliğin, geleceğe bir vizyonla bakma, umutla bakma perspektifini elinden aldı. Ülkenin savunma sanayisi olsun, diğer alanlarda olsun pek çok alanda daha hızlı gelişmesinin önüne geçti. Ekonomik olarak çok büyük kayıplar oldu ama asıl kayıp sosyal alanda oldu. Birbirimizle et ve tırnak gibi bir toplumun parçası olan halkları neredeyse ayrışma noktasına getirebilecek kadar önemli bir süreçten geçtik. Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada; barış, herkesin kazanacağı ama herkesin de ödün vermesi gereken bir süreç olduğunun biz farkındayız. Taraflar dediğimiz, hem siyasetin tarafları hem de 86 milyonun tamamı, bulunduğu noktadan bir adım geri atmak ve bir ortak paydada buluşmak gibi bir yükümlülük içerisindedir.
MHP Genel Başkanı Bahçeli'nin önerdiği, Meclis'te temsil edilen 16 siyasi partinin yer alacağı bir komisyon fikrini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sürecin sağlıklı ilerlemesi için parlamento nasıl bir rol üstlenmeli?
Hasta ve hükümlüler için, gebe kadınlar için, yeni çocuklu annelerin hükümlü ve tutuklularla ilgili düzenleme yapmak için illa örgütün silah bırakmasını beklemeye gerek yok. Bugün kayyumlar sona erdirilebilir.
Bu konuda parlamentoda kurulması teklif edilen komisyonu son derece kıymetli buluyoruz. Ancak içeriğini kabul etmiyoruz. Böyle bir öneri söz konusu olamaz. 100 kişiyle çalışacak bir komisyon, asla ve asla sorunları ve sıkıntıları çözme adresi olamaz. Tam bir çatışma ortamına dönüştürür. Dolayısıyla daha farklı bir şekilde; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde ihtisas komisyonları kurulabilir, araştırma komisyonu kurulabilir... Bu konuda uzlaşma komisyonları kurulabilir. Geçmişte iç tüzük ve anayasa uzlaşma komisyonları kurulmuştu. Mecliste temsil edilen siyasi partilerin eşit temsil edildiği, belli konularda eşit müzakere imkânının sağlandığı bir komisyon kurulabilir. Ve demokratik toplum olmanın gereği yapılmalı. Bu meselelerin çözülmesi için, bunlar taksit taksit gündeme getirilecek, "step by step" (adım-adım) devam edecek süreçler değil. Biraz önce de ifade ettiğim üzere temel hak ve özgürlükler ise, bu parlamentonun milletten aldığı destek, yaklaşık yüzde 98'lere varan bir destek. Temsiliyet oranı son derece yüksek bir parlamento. Seçimlerin geride henüz daha iki yıl bırakılmış, önümüzde de üç yıl gibi bir süre var. İktidar partisi samimi bir arzu içerisindeyse bu konuları, özellikle temel hak ve özgürlükler konusunda getirir parlamentoya. El birliğiyle parlamentodan gerekli yasal düzenlemeler yapılmak suretiyle çıkartılabilir. Ancak biz halen iktidarın yeterince samimi olmadığını düşünüyoruz. Son dört aydır infaz paketinde yer alan 10'uncu yargı paketini millet bekliyor. Hasta ve hükümlüler için, gebe kadınlar için, yeni çocuklu annelerin hükümlü ve tutuklularla ilgili düzenleme yapmak için illa örgütün silah bırakmasını beklemeye gerek yok. Bugün kayyumlar sona erdirilebilir.
Komisyon önerisinin yapılması ile ilgili yöntemsel bir itirazınız var mı?
Parlamentoda çoğunluk itibarıyla da dördüncü sırada olan bir partinin liderinin doğrudan bütün sürecin tek hâkimiymiş gibi kendince kurguladığı bir yöntemi parlamentoya dayatmış olmasını asla ve asla kabul edemeyiz. Yine parlamentonun içerisinde Meclis Başkanı mutlaka grup başkanlarını çağırabilir, grup başkan vekillerini çağırabilir. Bu sürece nasıl bir katkı sağlayabilir, onu ortaya koyabilir. Ama bunu ortaya koyabilmesi için parlamento yasama faaliyeti görecektir. Bu konunun gerçek muhatabı iktidarın kendisidir, bu sistemde Sayın Cumhurbaşkanı'dır. Sayın Cumhurbaşkanı bu meseleye ne kadar hâkimdir? Bu meselenin hangi ölçüler içerisinde çözülmesini istemektedir? Bu konuda da mutlaka muhalefet liderlerini bilgilendirmekle yükümlüdür. Bu sürece dair en azından Meclis'te bir kapalı oturum yapılabilir, gelinen aşama netliğiyle ortaya konulabilir. Diyelim ki parlamentoda kapalı da olsa oldukça geniş bir kitleye bu bilgiler verilemiyorsa, devlet organları bu süreci yürütenler en nihayetinde grubu bulunan partilerin grup başkanlarına verebilir. Partilerinin liderlerine verebilir bu yönde. Bazı isimlerle görüştüklerini gayet iyi biliyoruz. Ama biriyle görüşüp diğeriyle görüşmezseniz, bu takdirde bir toplumsal mutabakattan bahsetmek mümkün olmaz. Bu sürecin en sıkıntılı yönlerinden biri de iktidar ortakları tarafından DEM Parti'nin meşru bir aktör ve paydaş olarak kabul edildiği, ana muhalefet partisi ve diğer partilerin yok sayılmasıdır. Bunu da demokrasiye inanmış hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün olamaz. Biz bu olaya şöyle bakıyoruz. Bu meseleye hem ana muhalefetin hem diğer muhalefet partileri en az iktidar kadar sahiplenmeli ki 50 yılı aşkın süredir kangren haline gelmiş olan bir sorunun selametle sonuçlanabilmesi lazım. Bu nedenle herkesin kendi üzerine düşeni hakkıyla yerine getirmesi ve buraya otururken masaya ön koşulsuz oturması, sürecin varışla sonuçlanmasını, sürecin başarıyla netice vermesi adına hareket etmesi gerekir.
Komisyonun sadece siyasi parti temsilcilerinden oluşturulması, toplumsal mutabakat açısından yeterli mi? Örneğin sivil toplumun da dahil edilmesi gerekmez mi?
Sivil toplumun olmadığı, akademinin olmadığı, kanaat önderlerinin olmadığı bir sürecin sağlıklı bir şekilde işlemesi söz konusu olamaz.
İktidar, demokrasi deyince sadece sandıktan çıkmayı kabul ediyor. 'Sandıktan çıktım, 50+1 aldım, artık bu ülkeyi dilediğimce yönetebilirim' mantığında. Oysa demokrasinin gereği, sivil toplumun bu işin içerisinde olmasını gerekir. Sivil toplumun olmadığı, akademinin olmadığı, kanaat önderlerinin olmadığı bir sürecin sağlıklı bir şekilde işlemesi söz konusu olamaz. 2013 sürecinde akil adamlar vardı. Türkiye'nin değişik noktalarına görevlendirilmiş isimlerdi. Komisyon kuruldu. Komisyonunda pek çok yine mağdur yakınlarından tutun, şehit ve gazi ailelerine kadar ve terörün içerisinde geçmiş dönemde cezaevinde yatmış, çıkmış olanlardan, baro başkanlarına kadar onlarca insan bu Meclis'te dinlendi ve bu işe katkı sağladı. Buralardan da mutlaka bir ders çıkartmak gerekir. Geçmiş uygulamalardan ders almayan, geleceğe yönelik son derece somut adımlar atma şansına sahip değildir. Dolayısıyla biz elbette ki sivil toplumun burada son derece önemli bir yerinin olduğuna inanıyoruz.
DEM Parti, süreç hakkında partiniz ile yaptığı görüşmede bilgilendirmelerde bulunduğunu belirtti. Bu görüşmelerde neler konuşuldu?
Bulunuyor ama DEM Parti'nin de yeterince bilgi sahibi olmadığını görüyoruz. Bu meselede sadece muhalefet olarak kendimizi yeterince bilgi eksikliğiyle donanmış insanlar olarak görüyoruz. DEM Parti'nin de belirli konularda devletin İmralı'yla yürüttüğü sürece tam olarak vakıf olmadığına yönelik benim şahsımda bir kanaat var. Yani bunu birebir de liderler görüşmesinde farklı paylaşımlar olduğunu bilmiyorum, ama benim edindiğim bilgi, DEM'in yetkililerinin de belirli konularda devletin İmralı'yla yürüttüğü süreç içerisinde bazı konularda tam bir bilgi sahibi olmadığı.
Sizinle daha önce gerçekleştirdiğimiz röportajımızda, "İmralı'nın silah bıraktırma iradesine dönük" soru işaretlerinizi paylaşmıştınız. Ancak 27 Şubat'ta İmralı'nın çağrısının koşulsuz karşılık bulduğunu ve PKK''nin silahsız mücadele kararı aldığını gördük… Hala aynı yerde mi duruyorsunuz?
O günkü 27 Şubat çağrısı; son derece kıymetliydi. Çağrıda "Bugünün Türkiye'sinde artık silahlarla bizim mücadele edecek bir tarafımız kalmadı" denildi.
Biz DEVA Partisi olarak ihtiyatlı bir iyimserlik içerisinde hadiseyi karşılıyoruz. Çünkü olayın şeffaf yönü yok ve atılmış bir adım da. Bugün itibarıyla atılmış bir adım sonrasında konuşuyoruz ve bunu bir başlangıç olarak değerlendiriyoruz. Yani olgunlaşmış bir süreç olarak yine görmüyoruz. Silahların bırakılması, örgütün kendini feshetmiş olması bir başlangıç. Bundan sonraki adımları atması gereken, şüphesiz ki iktidar. İktidarın henüz son grup toplantısına kadar Sayın Erdoğan'ın konuyu sahiplendiğine dair çerçeveli bir konuşma yaptığına şahit olmadık. Ama sizinle yaptığımız röportaj sonrasında devletin bu işin neresinde olduğunu görmemiz açısından bir duruş. Şimdi biz kendi önümüze açılan pencereler dâhilinde bir değerlendirme yapıyoruz. İşin özünü ve arkasını tam manasıyla bilmediğimiz için ihtiyat payını sürekli olarak bırakıyoruz. Ben Sayın Ömer Çelik'in ifadesinden de şunu anlıyorum ki İmralı'nın bu ifadesi tam manasıyla örgütün türevleri üzerinde bir karşılık bulmadı. Sadece PKK'yi ilgilendiren bölüm itibarıyla bir fesih kararı var. Bunların silahlarını teslim etmesi ve tam manasıyla örgütün feshine yönelik atılacak adımlara dair de somutlaşmış bir durumun olmadığını gösteriyor. O günkü 27 Şubat çağrısı; son derece kıymetliydi. Çağrıda "Bugünün Türkiye'sinde artık silahlarla bizim mücadele edecek bir tarafımız kalmadı" denildi. Ama biz aynı örgütün açık alanlarında şunu da görüyoruz; amaçta bir farklılık yok sadece araçta bir farklılık var. Bugün amaca giden yolda sadece yöntem değişikliğini ifade ediyorlar. Devamında bunun hangi vesilelerle karşılık bulacağını izleyip göreceğiz. Şu aşamada henüz deklarasyonun dışında bizde bir bilgi yok.
Meclis kulislerinde sürecin hukuki ve yasal zeminine dair gelişmelerin 1 Ekim 2025 tarihi sonrasına bırakılacağı konuşuluyor. Sürecin zamana yayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu sürecin zamana yayılması sağlıklı olur mu?
Bakın, DEVA Partisi olarak bu konuda son derece netiz. Yani siz silahla, örgütle müzakereler devletin konusu. Devlet bu konuda dilediği gibi tasarrufta bulunabilir ve gerekli görüşmeleri yapabilir. Biz onların yapabileceği görüşmelerde de millet olarak kendilerine belirli bir opsiyon açtık ve millet bu yetkiyi kendilerine verdi. Hiç kusura bakmasınlar. Diyemezler ki "Ya bu millet bize bu yetkiyi vermedi" Hayır, sonuna kadar yetki verilmiş. Ve şu anda da bunu kullanabilirler. Ama bir de bizim temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir kısım düzenlemelerimiz var. Bu düzenlemeler için hiçbir şeyi beklemeye gerek yok. Eş zamanlı olarak parlamento çalışır. Bu temel hak ve özgürlüklerle ilgili adımlar atılır. Öbür tarafta da devletin organları ve yetkilileri terör örgütüyle müzakerelerini devam edebilir. Çatışma çözüm örneklerini uygulayabilir. Silah bırakmaya ilişkin örgütün feshine ilişkin süreç devam ettirilebilir. Asıl olan burada niyettir. Eğer sizin niyetiniz iyiyse ve samimiyseniz, bunu bir pazarlık konusu haline getirmeyin.
Nedir bu pazarlık konusu haline getirilemeyecek konular?
O yüzden biz, "Vatandaşın talepleri konusunda, kendini ifade etme, anadilde eğitim konusunda, temel hak ve özgürlükler açısından vatandaşlık tanımı, diğer hususlar konusunda bir an önce adımlar atılmalı" diyoruz.
Bunlar sadece DEM Parti'nin talepleri olarak değerlendirilmemeli. Örgütün talebi de değil. Bu, insan olmanın gereği, yapılması gereken, atılması gereken adımlardır. Bunun için illaki bir örgütten size bir talep gelmesine veyahut bu talebin DEM'den gelmesine gerek yok. Hasta hükümlü ve tutuklularla ilgili düzenleme isteniyor. Yine diğer vatandaşlara uygulanan infaz indirimleri... Adalet Bakanı, "Biz ceza adaletini çıkartacağız" diyor şu anda. Ceza adaletinden bahsediyor. Kimsenin ceza adaletine itiraz ettiği yok. Ceza adil olsun, adalette olsun. Bir kimse suç işlemişse karşılığını 86 milyona eşit uygulayın. Ama bir infaz düzenlemesinden de 86 milyon eşit olarak yararlanabilmeli. Cezada adalet istiyorsan infazda eşitlik isteyeceksin. İnfazda bir kısım ayrımlar yapmak suretiyle siyasi suçları ayrı, adi suçları ayrı bir kategoriye koymak anayasanın eşitlik ilkesine de aykırıdır. Ve cezaevlerindeki tutum ve davranışlar, oradaki sicil hatları gibi hususlar. Bunlar bir çırpıda gerçekleştirilebilecek hadiselerdir. Şu anda iktidarın herhangi bir sayısal çoğunluğa ihtiyacı var mı, kayyum uygulamalarını kaldırabilmek için? Hiçbir sayısal çoğunluğa ihtiyacı yok. Bugün kaldırabilir. Bugün yargının bir tek hareketiyle yüzde 50 bağımsızlığına kavuşturabilir. Ben size emir ve talimat vermiyorum. Siz adil davranın, eşit davranın ve mevzuata uygun hareket edin, desin yargıya. Pek çok problem bu haliyle çözülebilir. O yüzden biz vatandaşın talepleri konusunda, kendini ifade etme, anadilde eğitim konusunda, temel hak ve özgürlükler açısından vatandaşlık tanımı, diğer hususlar konusunda bir an önce adımlar atılmalı diyoruz. Şimdi masaya otururken önyargılı olarak oturmaz ve "Benim ülkemin insanının 86 milyonun huzuru, kardeşliği ve barışı için ben adım atacağım" diyorsanız, sizin elinizi kolunuzu bağlayan bir şey yok. Kimsenin bu ülkenin üniter yapısıyla bir problemi yok. Birlikte yaşama arzusuyla alakalı bir problem yok. Birlikte yaşama arzusu olduktan sonra, üniter yapıya saygılı olduktan sonra vatandaşın temel hak ve özgürlükleri konusunda adım atmak için hiçbir müzakereye gerek olmamalı. Peşinen bunlar yerine getirilmeli. Şu anda parlamentonun bunu yapabilecek iradesi var. Geçmişte Cumhuriyet Halk Partisi ve MHP bu işlere karşı çok ağır eleştirilerde bulunuyordu ve sokağı hareketlendirebilecek bir güce sahiplerdi. Bugün ana muhalefette Milliyetçi Hareket Partisi de bu meselenin bir an önce çözülmesini istiyor. O yüzden iktidarın behemahal bir adım atması gerek. Sadece sözle, hamasetle bu işi başkalarına ciro etmekle bu işten kurtulma şansı yok. Dolayısıyla burada adım atması gereken iktidar, onlar söylemeden bizim bir şey söylememizde de çok fazla esprisi yok. Çünkü biz peşinen ilk günde söyledik. "Varız" dedik, şu an itibarıyla DEVA Partisi'nin 11 milletvekili var, 11 milletvekiliyle birlikte bu sürece katkı sağlayabiliriz. Bize düşen vazife neyse, biz burada hazırız diyoruz. Ama önümüze konulan hiçbir şey olmadan tek başımıza bizim ne yasa yapma şansımız var ne de ülkeyi yönetebilecek bir irademiz var. Bu millet yönetme iradesini AK Parti'ye verdi. Parlamentoda yasa yapma yetkisini yine iktidar ortaklarına, MHP'ye ve AK Parti'ye, 300'ü geçecek sayıda milletvekiline sahip oldukları için onlara tanıdı. Dolayısıyla burada adım atması gereken onlar. Bizim de atılan adımları görüp olumlu bir şekilde katkı sağlamak. Bakın, süreci bozan asla olmayız.
Tüm muhalefetin bu süreçte birincil aktör olarak yer alması, sürece daha fazla dahil olması neyi değiştirir? Muhalefetin bu süreçteki rolü nasıl olmalı?
Şu an itibarıyla muhalefetin, çok sınırlı sayıda itirazların dışında bu meselenin çözümüne dair bir itirazı yok. Muhalefetin tamamı destek veriyor. Ama o büyüten söz ve söylemler tamamen siyasilerin yukarıda konuştuklarının aşağıya sirayet etmesinden kaynaklı olan sorunlardır. Son genel seçimler öncesinde iktidar ortaklarının bu işi nasıl şeytanlaştırdıklarını hep birlikte görüyoruz. Bunu kendi adımıza hiç üzerimize almıyoruz. Çünkü biz ilk günden itibaren diyoruz ki, demokratik meşru yollarla siyaset yapan herkesle müzakere ederiz, oturur konuşuruz. Biz ilk günde, partiyi ilk kurduğumuz süreç içerisinde bu sözler de bana aittir. DEM Parti'yle görüşecek misiniz, onlarla oturup müzakere edecek misiniz, dediğimizde, sıkılı yumruklarla asla müzakere olmaz. Bizim 86 milyon vatandaşımızı ayrıştıracak, ötekileştirecek bir dil kullanmamız söz konusu olmaz. Elbette ki DEM'le de görüşeceğiz. Parlamentoda millet iradesini temsil eden her kim varsa, bizimle görüşmek istediği müddetçe, elbette ki önce dil, sonra hareket. Önce dilimizi düzelteceğiz, sonra da eylemimizi düzelttikten sonra bunun arkasının geleceğine de inanıyoruz.
Tarihe dönük baktığımızda Türk ve Kürt halklarının 1071'den bu yana stratejik bir ittifak halinde olduğunu görüyoruz. Bu tarihsel perspektifi ve bugünkü süreç bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu coğrafyada ayrışmamızı gerektirecek hiçbir sebep yok. Bir ve beraber olduğumuzda neler yaptığımızı tarih bize gösteriyor. Bugün de gösteriyor, yarın da gösteriyor. Enerji fay hatlarının ve kimlik fay hatlarının yoğun olduğu bölgeler her zaman dış müdahalelere açık. Ama kendini bilen, ülkesini seven, geleceğini düşünen her bir insanın dışarıdan fikrine veya dayatmasına değil, dışarıdan kışkırtmasına veya teşvikine değil, kendi içinden gelen öz hissiyata göre hareket etmesi lazım. Şu anda yürüyen sürecin de ben bu hissiyatla yürüdüğü kanaatindeyim. Umuyorum ve inanıyorum ki, bölgemizde bir an önce bu meseleler taksite bağlanmadan ve zamana yayılmadan çözülmesi halinde bambaşka bir Türkiye ile karşı karşıya kalacağız. Etrafımızda olup bitenlerin Türkiye'ye sıçramaması için hiçbir neden yok. Bunu gerçekleştirebileceğine inanıyorum. Sürece dair de umutlarımız oldukça güçlü. Ben umutla yol yürümemiz gerektiğine inanıyorum. Elbette ki bu süreçte kim olursa olsun, diline, üslubuna ve topluma karşı vereceği mesajlarla da dikkatli ve sağduyulu olmaya davet ediyorum. Şımarıklık, bu işin zafer sarhoşluğu gibi lanse edilmiş olması ve geçmişte kabuk bağlayan yaraları tekrar kanatmaya çalışılması bu sürece çok büyük bir ihanet ve çok büyük bir kötülük olur. Bu davranışı sergileyen kim olursa olsun, onu da uyarmak bize vazifemiz olsun.
MA / Fırat Can Arslan - Melik Varol